6 Aralık Surdibi Buluşması

Her zamanki gibi güne erken başlamıştım. Hem de annemin bana kahvaltı eşliğinde yıllardır anlattığı hikayeler eşliğinde başlamıştı gün. Keyifle dinliyordum sonunun ne olduğunu bildiğim halde. Çünkü anlatıcı her anlatışında içindeki sevgiyi o kadar çok dışarıya yansıtıyor ki onu dinlememek, ondan keyif almamak mümkün değil.

Surdibi Kardeşliği buluşmamıza varmak için yola çıktım. İstanbul sokakları sabah başka bir güzel. Yorgun ama dimdik ayakta, tüm haşmetiyle, tüm tarihiyle, tüm güzelliğiyle. Çay bahçesine varınca Niyazi Baba gülen yüzü ile karşıladı ve hemen sıcak çayı ile içim ısındı. İçtikçe içim ısındı, içim ısındıkça arkadaşlarımın gelişiyle yüzümdeki gülümseme arttı. Hava kapalı ve yağmurlu olmasına rağmen, tekerlekli sandalyeleriyle beş arkadaşımız geldi. Ve ilk kez aralarında kadın arkadaşlarımız da vardı. Bu bizim için çok önemliydi. O küçük masa etrafında birden 14 kişi olduk. Benim için efsane olmuş Sevgi ile tanıştım sonunda.☺ Ve onun arkadaşı Zekiye de gelmişti. Sürekli gülen, neşeli, kıpır kıpır, incik boncuklarla donanmış, ilkbahardan gelen bir çiçek gibiydi.
Sosyal tesislere gittik, yağmur tüm haşmetiyle yağıyordu. Ama hiçbirimizde moral bozukluğu yoktu. Aksine sıcak salep içmek için bahane… hem de en şahane bahane.☺

Herkesin hayatı roman mıdır? Evet romandır. Çocukluk arkadaşı Ali ile birlikte, ilk kez aramıza katılan Murat’ın anlattıkları kendi romanından belli kesitler sunuyordu. Murat eğitimli, sportif (tekerlekli sandalyede olmasına rağmen okçuluk sporu yapan ve haftanın en az 4 günü spor salonuna giden bir arkadaş) ve yaşam dolu bir genç. Ancak başına gelen olay -maganda terörünün umursuzca umarsızca yağdırdığı kurşunlar- sonucu göğsünden aşağı 3 yıldan bu yana felç. Ancak roman burada bitmiyor, gözlerindeki ışıkta, sesinin tonunda başlıyor. Hayatı yaşamak için HİÇBİR ENGEL YOK.

Serin’in önderliğinde ve çekiminde yola çıktık. Sosyal tesislerden çıkıp Kaleiçi’ndeki görkemli kapıdan geçince yolumuz başlamıştı. Topkapı parkından geçerken solumuzda kalan surları gördükçe onların ne kadar zengin ve kültürel bir varlık olduğunu bir kez daha anladık. Zaten Güven’in soruları ile surlara olan bağlılığımız daha çok artıyordu. Ve Egemen de tüm bilgisiyle bizi aydınlatıyordu. Aynı zamanda iyi bir itici☺.

Yılmaz arkadaşımız ise tekerlekli sandalyesini zorlu dönüş yolunun ufacık bir bölümü hariç hep kendisi itti. Çünkü 2010 Avrasya Maratonu’na engelli sporcu kategorisinde yarışmak üzere katılacak, antrenmana başladı bile… Kasım ayının bu ilk Pazar günü, bahar ve yaz boyunca onunla beraber deniz kıyısında koşacağımız günleri hayal etmeye başladık. Kara surlarından Marmara Denizi’ne ulaşan yoldaki bazı engellerin ortadan kalkmasını hızlandırmak için bi’ şey yapmamız gerek…

Yol boyunca birçok engelle karşılaştık. Kaldırımlar yüksek, ortalarında kocaman çukurlar, karşıdan karşıya geçmek ise tam bir keşmekeş.

Bunca zorluğa rağmen kâh gülerek kâh Zeki ile Serin’in Karagöz ile Hacivat kıvamında atışmaları ile lezzetli bir yolculuktu. Hatta sur dibinde bostancılık yapan amca bize roka ikram etti ve biz de çamurları elimizle temizleyerek yedik. ☺

Yolumuz sırasıyla Mevlana Kapı, Silivri Kapı ve Belgrad Kapı boyunca sürdü. Ve geri dönüşümüz de aynı güzergâh üzerinden ancak az uzatarak oldu. Biz iticiler için de zorluydu. Aslında tam bir macera yarışı gibiydi. Sevgi arkadaşımızın tekerlekli sandalyesinin aküsü bitince Zeki’nin kaslı kolları devreye girdi. Ve nihayet buluşma noktamıza geri dönmüştük. Herkes kurtlar gibi açtı. Hatta Zeki ve ben yemeklerle ilgili fanteziler bile geliştirmiştik geri dönüş yolunda.

Günü bitirmiştik ve saatler farkında olmadan geçmişti. Etkinliğimiz sabah 10.00’dan akşam 16.30’a kadar sürdü. Yorucu, eğlenceli ve eğitici bir gün olmuştu kendi adımıza. Ve kendi adımıza olan etkinliği gün ve gün artrırmak, bunun başkalarının da etkinliği olması dileğiyle yemek sonrası evlerimizin yoluna düşmüştük.
(Fatih Çelebi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder